Köşe Yazıları

30 Kasım 2011 Çarşamba

Benim çocukluğumda komşuluk vardı. Mahallenin çocukları, çocukları sokakta oynarken bir yandan onları izleyip bir yanda çaylarını yudumlayan teyzeler, mahallenin bakkalı, mahallenin sütçüsü vardı.

Bu yazıyı 19 ile 20 yaşı arasına sıkışmış, çocukluğunu özleyen biri olarak yazıyorum.
Bu yazıyı yazma amacım; 3 aydır oturduğum binada daha hiçbir sabah‘günaydın’ ya da hiçbir akşam ‘iyi akşamlar’ diyen komşularımın olmayışı adına yazıyorum.
İstanbul gibi birçok ülkenin nüfusundan kalabalık nüfusa sahip bir şehirde doğdum ve büyüdüm. Şanslı insanların birkaçından biriydim belki de. Büyüdüğüm o mahalleye ailem 70 yıl önce yerleşmişler. Eski toprağım diyebilecek kişiler.
Ben yaz kış demeden sokakta arkadaşlarımla oyun oynayarak büyüdüm. Bazen‘sokak çocuğu oldun eve gir hemen’ der kızardı annem. Şimdi düşününce ben de kendime ‘sokak çocuğuymuşum’ diyorum. Dizlerimde hala izlerini taşıdığım o yaralar; bana bahşedilmiş birer hediyeler yeni anlıyorum. O yılların en güzel hatıraları şimdilerde. Oyunu bırakmamak için yemediğim yemekler ya da oyuna dönebilmek için çiğnemeden mideme indirdiğim yiyecekler vardı.
Mahallemizin teyzeleri oyunun ortasında hepimizi evlerine davet eder karnımızı tıka basa doyurup tekrar sokağa salarlardı. Bir poşet çikolata ile bakkaldan çıkan amcaları, babaları hatırlıyorum. Bakkalımızın bize yetiştiremediği plastik topları vardı. Yazın açılıp kapanmaktan başı dönen dondurma dolapları, kutuda karıştırılırken içi dışına çıkan sakızlar… Yazın kavurucu sıcaklığında ayaklarımızı sokup serinlediğimiz kuyumuz vardı evimizin bahçesinde. 
En önemlisi komşuluk vardı bizim zamanımızda. Eğer bir aile yeni taşınmış ya da evinde bir eksiği gediği varsa, tüm herkes yardım ederdi. Bir ailenin bir ihtiyacı varsa gücü yetene kadar insanlar yardım ederdi. ‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.’ sözüne bir sebep aramadan inanırlardı. İlerleyen zamanlarda daha çok kalabalık olsa da bu kurallar hiç değişmedi mahallemde.Benim mahallemde insanlık ölmemişti ve hala ölmedi. 
Şuan Edirne’de öğrenci olarak ailemden uzakta yaşıyorum. Neredeyse 3 ay oldu buraya geleli ve daha bir komşumun sesini bile duymadım. Hatta bana gülümsediklerini bile görmedim. İlk taşındığımız zamanlarda ocağımız olmasına rağmen tüpümüz yoktu. Buzdolabımız ise daha gelmemişti. Tabirin en güzeli; mutfak, tam takır kuru bakırdı. 11 daireden kimsede bir ihtiyacınız var mı yeni geldiniz ya da kimsiniz nesiniz diye kapımızı çalmadı. Oturduğum semt en lüks yer diye geçiyor ama beş para etmez insanlarla dolu. Belki istisnalar vardır ama biliyoruz ki istisnalar kaideyi hiçbir zaman bozmuyor. Buradaki ufak çocuklar bilgisayar ya da televizyon başından kalkmayan tipler. Bir kez bile sitenin bahçesinde görmedim. 10 yaşında olmasına rağmen anne ve babasına apartmanın kapısında bağıran çocuklar var.
Oturduğum apartmandaki çoğu insan üniversite bitirmiş kişiler ama insanlıktan bir haberler.
Küçük bir şehir olmasına rağmen burada bile komşuluk ölmüş. İnsanlar yozlaşmış, yabanileşmiş. Kendini bir üstün görme karşısındakini ise kınamalar almış başını gidiyor.
Çocukluğumun en güzel yaşanmışlıklarını diri diri mezara sokmuşlar. Çocukluğumdan hiçbir saygı hiçbir duygu bırakmamışlar. Artık gelişmekten dolayı gerilemeye başladığımız yıllardayız. Bu dünyanın yaşanılmayacak bir yer haline gelmesi çoktan kapıyı kırıp içeri girdi bile. Biz ise sadece yerimizde oturup bakalım.

11 Kasım 2011 Cuma

Derin bir nefes al başta.
Şimdi sakince otur sandalyeye.
Diyeceklerim var sana. Önemli.
Korkma, kötü haberler yok.
Panik yapma, hayat bıraktığın gibi.
Zaman kadranı ne durdu ne hızlandı, hep aynı.
Uzun zaman oldu duymadım sesini.
Özledim.
Eve pek uğramıyormuşsun duyduğuma göre.
Sık sık dolaşmaya başlamışsın.
Gece daha mı güzel oralar?
Gözlerin daha değişik parlıyor.
Mutluyum, mutlusun çünkü.
Saatin güzelmiş. Bu ceketini hiç görmemiştim.
Alışveriş yapmışsın, bensiz.
Yakışmış, çok yakışmış.
Kıskanmadım seni hiç. Sevmediğimden değil ama.
Sadece seni gördüğümden hep.
Sol omzumda kokun var hala.
Oradan sarılmış, çenene batmıştı kemiklerim.
O sevdiğin ojem var ya, hani ellerimi alıp iltifat ettiğin.
Bunu yazmadan önce onu sürdüm. Seni andım.
Bir şey diyecektim ya.
Özledim.
Seni özlemeyi bile özledim.
Seni çok özledim.