Köşe Yazıları

25 Nisan 2012 Çarşamba


Seni özlediğim zamanlarda, en yakınımdaki kağıt ve kaleme koşuyorum. “Yazı yazmanın”  yaptığım en iyi şey olduğunu söylerdin hep. Hayatımda yanılmamış olduğun şeylerden biri de buydu zaten.
Ama artık eskisi gibi yazamıyorum.


Eskisi gibi kağıt ve kaleme koşamıyorum. Koşsam da beni anlamıyorlar. Kısmen, yer yer senin anlamadığın gibi. -Gerçekten gittin mi? Cidden anlaşılmayacak kadar zor muydu istediğim mutluluk?- Bir günaydın kelimesi bile döndürürken başımı, çok mu zordu bedenimi sarman.

Bazen kaçmanın daha kolay olduğunu bildiğin için seçtiğini düşünüyorum. Sonra bana veda etmediğin aklıma geliyor, yanılıyorsun aptal deyip düşünceleri aklımdan sıpıtıyorum.
Sonra tekrar tilkiler kafama hücum ediyor ve ağladığın aklıma geliyor. Eğer bir son olmasa neden ağlardı ki diyorum. İnsan biten, giden bir şey dışında neden gözyaşı döker diyorum. Son olduğunu kabul etmeye çalıştırıyorum kendime. İnandırmaya çalışıyorum.

Yine; hiç olmadık anlarda sana ihtiyaç duyduğumu hissedip, yanımda oluşun geliyor aklıma. Eğer değer vermese çoktan diğerleri gibi yok olmuştum diyorum. Her zaman açık bıraktığın evinin kapısı geliyor aklıma ve yine sakinleşiyorum. Kendinden emin bir şekilde sarf ettiğin güven sözcüklerin ve en güçsüz anımda sımsıkı tuttuğun ellerim geliyor gözümün önüne. Gülümsüyorum. Yine en içten tebessümlerimi deviriyorum dışarıya.
Sonra duruyorum, düşünüyorum ve bir an her şey siliniyor.
Üzerinden akıp geçen günlere, aylara bakıyorum. Yırtıp attığım takvim yapraklarına. Sonunda kabul ediyorum benden sonra hayatına girenleri. Benden sonra gelen ten kokularını.

Bu sefer kesin. Son demeyerek gelen bir kesinlik. Bir adım geri çekiliyorum. Akıp giden zamanın ellerine bırakıyorum seni. Ellerimi cebime koyuyor ve geçip giden her şeyi, bir film karesini izler gibi izlemek ile yetiniyorum.

21 Nisan 2012 Cumartesi


Hangi kelimeler bir araya geldi ve nasıl cümleler kuruldu, bakışlar nasıldı, bedenler nasıl kaçabildi birbirinden.. Hayal meyal hatırlanan şeyler vardı sadece o geceden.

En iyi hatırladığım şey aynada gördüğüm iki beden idi.
Sıkıca tutturulmaya çalışılmış pijama altı ve üstüne bol gelen kırışık bir tşört. Belinden düşecekmiş gibi durun bir pantolon, sarılırken eğildiği için beli açıkta bırakan bir tşört. İçeri temiz hava gelmesi için camı açık bırakılmış dağınık bir oda.

O gece aynada görülen iki beden dışında çok daha farklı şeylerdi de.
Parmak uçlarına çıkılmış ve boynundan sıkıca sarılmış bir çift kol ile o bedeni dimdik ayakta tutup sıkıca belinden sarıp hissetmek isteyen diğer bir çift kol.

Yılların özlemi varmışcasına derin nefesler ile ciğerlere doldurulan ten kokuları, en büyük yasakları çiğnemişcesine duyulan pişmanlık hissi. “İyi ki” ile “keşke” sözcüklerinin aynı anda kurulduğu cümlelerin yaşanıldığı o anlar…
Bir kişinin ikinci defa bırakılmayacağını öğrenen bir beden ve bir daha yanında olmamak için arkasına bakmadan kaçacak diğer bir beden. Geçmişi, yaşanmışlıkları anımsatan ama asla aslı olmayan iki farklı beden.

Şimdi git, çünkü o da gidecek. Şimdi kal, çünkü o hiçbir zaman gitmesini beceremeyecek.

O gece odada ki her eşya şahit olmuştu olanlara. Sanki dillenip anlatabilirlermiş gibi sırlarını saklamaya yemin etmişlerdi. Her anı o gece sadece o odada kalmış ve bir daha olmayacaktı.

10 Nisan 2012 Salı


Sabahın erken saatlerinde, güneşliği açık unuttuğum pencereden içeri sızan güneş demetleri ile uyandım.
Ev sessizdi. Daha kimse uyanmamıştı. Belki en derin uykularında en tatlı rüyalarını görüyorlardı.
Akşam kitaplığıma bıraktığım su şişesini tek dikişte içtim. İçimdeki alevi biraz olsun durdurmuştu.
Tüm gece boğuştuğum yorgan pes etmiş vaziyette yatağın ucundan intihar etmişti. Bedenim yorgunluktan kendini yatağa atmıştı yine. Yatağımın tam karşısında duran uykusuz posterine takılmıştı gözüm. Tüm detayları tek tek incelemiştim. Sıkıldım. Sıkılmıştım. Tek kelime ile ruh halimi bu kadar açık anlatabilirdim.
Çalışma masasının üstünde ki, defterimden yırtıp yırtıp bıraktığım kağıtları aldım. Bir şeyler karalamaya çalıştım. Doğrusu kendimi zorladım. Rahatlamak yerine daha çok gerilmiştim. Bıraktım tüm her şeyi bir kenara sırt üstü yatağa uzandım.

Biraz geçmişe biraz geleceğe yönelik düşünceler ile kafamı oyalıyordum. Keşke bir uçak bileti alacak kadar param olsaydı cebimde. Küba’ya gitmek isterdim. Kimsenin konuştuğum dili bilmediği, kat kat giyinmeden rahat hareket edebileceğim kıyafetleri giydiğim bir yer. Güneş gözlüklerimi takıp kulağımda müzik ile saatlerce dolaşabileceğim bir sahil. Hayalinin bile içimi ısıtıp, bir enerji verdiği yer. Sigara kullanmasam da oradaki sigaraları denemeden duramazdım sanırım.


Dalıp gittiğim derin sulara alışmadan dönmüştüm gerçek hayata. Hala yatağımda sırt üstü yatmış vaziyette tavana bakıyordum. Hayaller güzeldir. Ama adı üstünde hayal işte.
Tüm gün peşimi bırakmayacak bir can sıkıntısı ile güne başlamıştım bile. Artık kalkıp hayatımın içinden kopmayan rutin şeyleri yapmaya başlamalıydım.