Köşe Yazıları

27 Şubat 2012 Pazartesi

Bazı sabahlar, sadece bir 'günaydın' yazısı bile deli gibi mutlu etmeye yeter.

24 Şubat 2012 Cuma

Ne önemi var;

  • nasıl olduğunun, 
  • nereden geldiğinin, 
  • boyunun, 
  • kilonun saç olduğundan, 
  • kaç rengin..

Yanımda oluşun, bana dokunuşun, ses tonun, anlattığın anılar, bazen susuşların ; Dünyanın bir çok şeyine bedel oluyor.

21 Şubat 2012 Salı

Gitmenden korktuğum kadar, geçmişinden de korkuyorum.

Yersiz belki ama bir şey yapamıyorum.

Sözcükler, cümleler, davranışlar bu durumda beni tatmin etmiyor. Aksine bazı hareketler ‘acaba mı?’ dedirtmeden geçirtmiyor.
Ah bir de tabi benim kuruntularım.
Çok bilmişliğim.
Hayal gücüm.
Yaşanmışlıklarım.
Aldığım dersler.
Yanan ağzım.

Bazen elimi kolumu bağlıyor ne yapacağımı bilmiyorum.
Ya geçmişte yaşadığın güzel anıların! Onlar seni isterse. Ya bir daha mutlu olmaya çağırırsa. Ya yanlışların geri döndürülüp ve düzeltilmesine imkan verirse.
Ya benden gidecek kadar inandırıcı olup seni alırsa.
İraden!
Güvenin.
Dürüstlüğün.
Sevgin.
İnancın.

Düşündüklerin sadece bir perdelik bir oyunsa. Sen, başrol ile tüm hünerlerini sergileyip, perde kapanınca sadece arkanı dönüp giden biriysen.
Bilmiyorum ama. Bir son varken, bir başlangıcı kabul etmek delilik gibi geliyor bazen.
Şimdi ise tüm düşüncelerime karşı gelip kendimi huzurlu bir rüyanın en güzel saniyelerine bırakıyorum.



15 Şubat 2012 Çarşamba


Çok sık olmasa da kadınım derdin.

O anlar senin olduğumu hissederdim.

Uzaklarda da olsan. Sımsıkı sarıldığını hayal eder, dudaklarımda dudaklarının sıcaklığını duyardım.

Unutamadığım tebessümünü hemen iliştirirdin dudaklarına. Ellerini belime dolandırır, bedenine çekerdin bedenimi.

Bedenin sıcacıktı hep. Kalp atışın ne çok hızlı ne de çok yavaştı.

Ellerim ellerinde yok olurdu. Parmakların, parmaklarımla dans etmeyi severdi.

Gözlerimi kapatıp ellerimi dolaştırırdım yüzünde. Her ayrıntısını tek tek hatırlamak için.

Kocaman yatağın içinde kıvrılıp kalırdık ya işte o zaman rahat uyurdum ben. Zaten, kokun olmadan uyuyamazdım geceleri.  Sabah olmasa hiç kalkmasam derdin yanından.

Sen olduğun için mi güzel geçerdi her dakikam yoksa sen güzel olduğun için mi bilmiyorum. Ama sen varken her şey ayrı bir tat ayrı bir kokuya sahipti.

Eskiden. Eskiden biz böyleydik. Eskilerden. Eskiden. Eski..

13 Şubat 2012 Pazartesi

Mandalina mevsiminin başlaması ile bitmesi arasında tanıdım seni.

Seninle;

  • Çalan şarkılarda dans etmedik.
  • Bir yılın, bir ayın, bir haftanın hatta ertesi günün planını bile yapmadık.
  • Oturup bizim dışımızda ki insanları çekiştirmedik.
  • Karnımıza ağrılar girene kadar gülmedik.
  • İçtiğim sigarayı hiç sen yakmadın.
  • Dağıttığın eşyaları toplayamadım.
  • Kokunu hatırlayacak kadar içime çekemedim.
Seni o kadar az süre tanıdım ki. Zaman yetmedi bize. Yettiremedik hiçbir şeye.

12 Şubat 2012 Pazar

Bilerek yaptıklarımın yanında yapmayı unuttuğum şeyler de var.



"Özledim" sözcüğünü en son ne zaman söylediğimi hatırlayamıyorum.Ne zamandır düşünmemek için çabalamayı bıraktığımı da. Artık geceleri su içmek için uyanıyorum, yastığımın ıslak oluşundan değil.
Aynı kitapları okumaktan, aynı şarkıları dinlemekten sıkılmaya başladım.
Giydiğimiz kıyafetler gibi onların da bir kullanma zamanı olmalı sanırım. Kıyafetleri nasıl yıprandıkça yerine başkasını alıyorsak ya da moda değiştikçe; şarkılarda anlamını yitirdikçe başka notalar, sözler gelmeli.

Seninle iken alıştığım her şey şu aralar çok uzakta benden.
Mevsimler değişti, sanki gelmeyecekmiş gibi gittiler. Filmlerin konuları hala aynı ama yönetmen ve oyuncular işi bıraktı.
Artık ‘bırakmayı’ bıraktığım gün gelip çalıyor kapımı. Elim ne kadar kapı tokmağında olsa da açıp açmamak arasında gidip gelişlerim devam ediyor.

10 Şubat 2012 Cuma


Eğer burnunuzda tütüyorsa
ya da elinize baktığınız zaman onun ellerinin arasında hayal ediyorsanız.

Aynı anda mutfağa girip yemek yapmak,
birlikte kitap okumak istiyorsanız.

Akşamları hava güzelken bile evde onunla kalmayı kabul ediyorsanız.
En kavurucu sıcakta dahi ona sarılıp üşüyen bedenini ısıtmak istiyorsanız; bırakmayın sevmeyi.



9 Şubat 2012 Perşembe

'Gitmek' sözcüğü geç kalmıştı bize.
Gitmem gerek çünkü; bunun olması gerektiğini biliyorum.
Gitmem gerek çünkü; gittiğim zaman başta üzülsen de sonradan mutlu olacaksın.
Gitmem gerek çünkü; kendimi tanıyorum. Sana tapacak kadar sevemedim seni.
Sen; ilgimi çektin, seni istedim, benim olmanı istedim evet. Ama sana tapamazdım. Tapamayacağım için zaten bir gün çekip gidecektim.
Gitmem gerek çünkü; Sen benim için hayatını değiştirirken, ben değişmeyecektim. Aksine hep senden bekleyip sömürecektim bir gün gidene kadar.
Senin kadar olmasa da belli etmeye çalıştım duygularımı. Zaten ben belli edemezdim ki, elimden geleni yaptım. Ne kadarını gördün bilmiyorum ama; hislerin, hislerim olmuştu.
Belki.. Belki baştan farklı davransaydım daha çok benim olur, daha çok sana ait hissederdim kendimi. Ama olmadı. Şimdi pişman olmak için geç, çünkü gitmem gerek.
Geçmiş zaten geçti ve gitti.
İyi ki tanıdım seni. İyi ki yazılar yazdım sana.
Sözcükler ile seni harmanlamak güzeldi. Sözcüklerde hiç duymadığım kokunu, hiç bilmediğim tadını bulmak; seni yaşamak gibiydi.
Kendine iyi bak demiyorum. Çekip giden birinin ağzına bunlar yakışmıyor, biliyorum.
Şimdi özür dilemenin de bir anlamı yok. Yaptıkların ve yaptıklarım zaten bilerek ve isteyerek idi.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Her haftasonu sabahı yaptığı gibi bir elinde gazetesi, diğer elinde kopardığı ekmek parçasını ağzına atıp çayından yudumluyordu. Bu rutin gün başlangıcı ta ki telefon çalana kadar devam etmişti...

Bir haftayı daha bitirmiş 2 günlük tatilinin tadını sürecekti. Geceden sıkı sıkı kapadığı perdelerin arasından sızan ışık demetleri gözlerinin aralanmasına sebep olmuştu. Bu sabah tüm yorgunluğunu uyku ile yok etmişti. Yatağının içinde birkaç dakika gerindikten sonra artık güne başlayabilirdi. Yatağından kalkıp cama doğru yöneldi. Perdeleri düzenli bir şekilde tek bir tarafa topladı. Bu yıllar önce annesinden kalan bir alışkanlıktı. Camı açması ile içeri hücum eden hava vücudunu yalayıp odanın içine dolmaya başlamıştı. İlkbaharın sabahları soğuk olurdu. Vücuduna değen her bir hava zerreciği başta irkilmesine sebep olsa bile alışmıştı buna.

Uzun zaman önce kaldırdığı halılar yüzünden evde terlikle dolaşıyordu. Temizlemek zor olduğundan değildi sadece tek başına seçmediğinden o halıları kullanmak istemiyordu. Yenisini almak için bir ara dışarı çıkması lazımdı. ‘Şap şap’ diye çıkardığı ses ile mutfağa yöneldi. 5 gün boyunca acele bir şekilde yaptığı sallama poşetlerle alamadığı tadı haftasonu bolca demlediği çaylarda buluyordu. Çay suyunu ocağa koyup üzerindeki demliğine 1,5 yemek kaşığı çay attıktan sonra banyonun yolunu tuttu. Yerini hiç değiştirmediği tokasını aldı aynanın önünden rastgele topladı saçını. Geçen gün verdiği kozmetik siparişlerini dolaptan çıkarttı. Başta soğuk su ile bolca yıkadığı yüzünü toniği ile temizledi. Yüzüne önem veriyordu her kadın gibi. Belki bazen abartıyordu başkalarına göre ama önemliydi yüzü.

Kapısından aldığı gazete ile mutfağa döndü tekrardan. Üst komşusunun oğlu haftasonu evlerine gazete ve ekmek almak için dışarı çıktığında onunda kapısına bırakıyordu gazetesini. Küçük bir bahşiş ile anlaşmıştı çocukla. Kaynayan çay suyunu hemen demlemişti. Dün eve gelmeden önce yaptığı alışverişten aldığı yiyecekleri tek tek masanın üzerine çıkardı buzdolabından. Bu kadar fazla yiyecek çıkarması da eskiden gelen bir alışkanlıktı sadece. Yoksa yediği her şeye dikkat ediyordu birkaç zamandır. Çok tuzlu ve yağlı şeylerden kaçınması gerektiğini kafeini de azaltması gerektiğini söylemişti doktoru.

Demlediği çayı kupasına koyup, doğradığı salatalığı ve domatesi de masanın ortasına iliştirdi. Bir yandan tek şeker attığı çayı karıştırıyor diğer yandan gazetesinin sayfalarını çevirip okuduğu köşe yazarını arıyordu. Sayfayı bulduktan sonra özenle katlayıp, ekmeğine reçelini sürüp, okumaya başladı.

Daha ilk cümlesinden yazarın bu hafta ele aldığı konu; geçmiş yılların dostları ile günümüz dostlarıydı. ‘Dost’ sözcüğünü hayatında kullanmış sıkı bir deneyimi vardı elinde. Etrafındaki insanların anlatması ile değil bizzat kendi yaşamıştı dostluğu ve dostundan kazık yemeyi. Bir çırpıda yazıyı bitirmişti. Gazetesini katlamış diğer sayfaları kahvaltıdan sonra okumak için bırakmıştı. Boşalan bardağını doldurmak için kalktığında, çalan ev telefonu bir an irkilmesine sebep olmuştu. Hızlı adımlarla salona geçip ‘Sabahın bu saatinde kim arar ki?’ düşüncesi ile telefonu açmıştı.

Geçen kısa telefon konuşması belkide onun için en uzunu olmuştu. Telefonu kapadığında en yakın koltuğa ilişti. Sabah okuduğu köşe yazısında.Çocukluğumuzda; ‘Yakın arkadaşlarımızın oyuncaklarını kıskanır ve akşam eve döndüğümüzde ailemizden onları isterdik.’ Büyüdüğümüzde ise; ‘Yakın dostlarımızın eşlerini kıskanıp onları elde etmeye çalışır olduk.’ yazıyordu. Bir tarafta yıllardır dost bildiği arkadaşı, diğer bir yanda ise 2,5 yıldır sevdiği adam. Bunun olabileceğini tahmin etmese bile ayrılma noktalarına nedenini o da artık çok iyi biliyordu.

Yeni başladığı güne balta gibi inen olaylar yeni başlangıçlara her ne kadar itse de onu hep bir noktada eksiklikler bırakıyordu. Yarım kalmışlık hissiydi asıl en kötüsü.

Yavaşça yerinden kalkıp çocukluğundan kalma alışkanlıkları arasında en sevdiği piyanosunun başına geçti. İlk yıllar dersler için zorla oturduğu piyanosunu zamanla bir tutku haline getirmişti onun için. Kısa süreli çıktığı tatillerden döndüğünde ilk onun yanına koşardı gençliğinde. Aylardır açmadığından üstü hafif tozlanmıştı. Eliyle çok hassas bir şeye dokunur gibi kaldırdı kapağını. İlk başta parmaklarını tuşların üzerinde dolaştırsa bile aklında yer etmiş notaları bir anda parmakları çalmaya başlamıştı bile. Kaybettiği ‘huzur’ sözcüğü aylardır yanlış yerlerde aradığını fark etti gözlerini kapadığında.

7 Şubat 2012 Salı


O’nu özel kılacak bir şey aramıyorum.
Ya da o’nda özel bir şeyin ortaya çıkmasını da beklemiyorum. Merak duygusu da uyandırmıyor bende. Ne ben gibi ne de bana çok zıt.
Her şeyin aksine; ‘yıllardır tanınmışlık’ hissini bedenine öyle bir giydirmiş ki. Üstüne tam oturmuş, tek bir kırışıklık bile yok.
O’nun;  Kapısını çalmadan hayallerine giren kişiler var. Boğuluyorken, gözlerini açtığı kabusları. Özgür ama bileğine bağlanmış zincir yüzünden tam özgür olamayan biri gibi.
Her şeye rağmen; sadece kendisi olabileceğine inandığım nadir insanlardan biri. Bozulmasından ya da bitmesinden dolayı korkacağım bir duyguyu avucuma bırakmadığı için güven veriyor.
Sevdiğim şeyleri sevmek zorunda değil. Ya da kırmamak için suratına sahte bir maske takıp beni onaylamak.
En güzeli de gözlerimi kapadığım zaman o’nu; Suratına en şapşal ifadeyi takıp ‘Pardon, nerede kalmıştık? ben dinlemiyordum da.’ diyebilecek biri gibi hayal ediyorum.
Belki tüm düşüncelerim zamanla tersine dönebilir ya da üstüne daha fazla şey eklenebilir.
Ama sırf bana bu garip yazıyı yazdırdığı ve gülümsettiği için o’na tekrardan merhaba! diye bilirim.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Siz, hiç sizi anlatmayan yazıları yazan birini sevdiğinizi fark ettiniz mi?

O’nu ilk gördüğümde yazdığı birkaç yazıyı okumuştum sadece. Kullandığı sözcükler, değindiği noktalar, yazdığı ucu açık cümleler hoşuma gitmişti. Yakışıyordu kullandığı argo sözcükler ağzına. Sonradan anlayacaktım aslında o yazıların onun için ‘mabed’ görevi taşıdığını.

Bir defasında bahsettiği bir ten vardı yazısında. Kokusuna hayran kaldığı, pamukların bile kıskanacağı yumuşaklıkta. Uçup gidecekmiş gibi hissettiğinden dokunmaya kıyamıyordu. Gece uykusundan uyandığında tekrar dalabilmek için gerek duyduğunu yazmıştı. ‘Keşke’ ile başlayan ‘Olsaydı ya şimdi’ diye devam eden cümleler kuruyordu o kadın için. Sık sık yazmıyordu, sanırım paylaşmaktan korkuyordu aşıkını. Ama her yazdığında, her dinlediği şarkıda o vardı, belliydi.

Kıskanmıştım. Hem de sebepsiz yere kıskanmış, yerinde olmak istemiştim o kadının. Böyle düşündüğünü iyi ki sesli dile getirmemiştim. Çok saçma düşünmeye başladığımı anlayınca ara vermiştim okumaya. ‘Biri de bana hissettirse bunları, yazılarında yer almam da gerekmez’ cümlesi ile avutmaya başlamıştım kendimi.

Bir kitapta okumuştum ‘aura’ sözcüğünü. Her insanda var olduğunu ve farklı olduğunu yazmıştı. Kimi zaman bunu fark ediyor olmamıza rağmen reddediyormuş. Ama o farklıydı. Onda hissetmiştim. Bir enerjisi vardı kendisine yahut yazılarına çeken. Eflatun rengiydi sanki kısmen kırmızıya dönüyordu.

Uzun süren bir gecenin arkasından gelen, yavaş yavaş güneşin belirginleştiği, bir kıyı hakimdi hayatına. Fırtına yeni yeni dinmiş ama bembeyaz kabarcıkların daha uzaklaşamadığı. Güneşin sıcaklığını kumlara değdirmesine rağmen rüzgarın yakaladığı her kum tanesini başka bir noktaya fırlatmaya devam ettiği karmaşa vardı hayatında.

Kalkmalıyım yerimden! Düşünceleri, özellikle onu bırakmalıyım!

Uzun yıllar önce Anadolu seyahatine çıkmış bir dostumun getirdiği, ahşap el oymalı ince uzun kutuya koyduğum sigardan birini yaktım. Sakince arkama yaslandım. Gün aydınlanmaya sokak lambaları teker teker sönmeye başlamıştı bile. Uyusam biraz. Kaçmanın en kolay yoluydu.

‘Benim olmayan bir adamı neden bu kadar kıskanmıştım ben?’ ‘Neden hiçbir yazısına giremediğim o adama neden bu kadar bağlanmıştım?’

Sevmeye gelmiştim kapına (!)

Plağı başa sarmak gerekirse.

Evin en huzur bulduğum yerinde, salonda camın kenarında ki tekliye oturuyordum.

” Okumaktan yorulup kucağıma bıraktığım kitabı kenara koyup hızlıca odama yöneldim. Işığa elimin tersi ile vurarak açtım. Okuldan geldiğimde yatağın üstüne attığım montu alıp giydim. Çantamın içine cüzdanım ile kent kartımı atıp, ayakkabı dolabından aldığım botları ayağıma geçirdim.
Her zaman beklediğim asansörü bu sefer bekleyecek kadar sabırlı değildim. 4. kattan merdivenleri birkaç dakika içinde inmiştim bile. Dış kapıyı telaştan zor açsam da hızlıca site dışına atmıştım kendimi. Koşar atımlar ile sitenin yanındaki durağa gittim. Neyse ki çok beklemeden otobüs geldi. Sanırım şans benim yanımda bu akşam. Telaştan kent kartı basmadan oturdum yerime. Neyse ki çok geçmeden farkına varıp ödemem gereken parayı da ödedim.
Otobüsün yer yer yavaşlaması geriyor olsa da ulaşacağım yere az kalmıştı. İndiğim durakta bir an nefesim kesilecekmiş gibi hissettim. Kalbimin hızlıca vücuduma kan pompalaması başımı döndürmüştü. Buraya kadar gelmiştim geri dönemezdim. Başlangıç adımını atmak en büyük cesaretti zaten benim için. Soluklarımı kontrol altına aldıktan sonra karşımdaki sokağa girdim.
Evi hatırlayıp hatırlamamaktan korksam da doğru yeri bulduğuma emindim. Apartmanın önüne geldiğimde kapı açıktı. Yinede zillere baktım acaba bassam mı diye. Sonra ikişer üçer ne kadar hızlı olursa daha iyi olur diyerek merdivenleri çıktım. Kapısına geldiğimde gözlerimi kapatıp zile bastım. Daha içimden sözcükler ile yalvarmaya başlamadan kapı açıldı. Sanki beni beklermiş gibiydi..
Aynı anda şişirdiğimiz göğüs kafesimizin içinde biriken nefesi birbirimizin omuzlarında geri vermiştik..”

Ey aşk; Hayalin bile güzelken şuan sadece yerimden kalkıp mutfağa kahve yapmaya yöneliyorum.

5 Şubat 2012 Pazar

Nasıl dolandı ise dilime, saatlerdir gitmeyen bir şarkı var.


Biraz garip başlamıştım güne. Hani ne mutluluğu yaşarsınız ne de dibe kadar batarsınız ya işte öyleydim. Farklı duygular, dolamışlar ellerini kollarıma bir o yana bir bu yana çekiştirmekten başka bir şey yapmıyorlardı.
Bir durum olduğu ortadaydı ama olan durumun kendisi ortada yoktu. Hiç bilmediğin bir yerde haritasız kalmak gibi. Ya da kendinizi uçurumun kenarından bıraktığınız zaman bir anlık paraşütünüzün tutukluk yapması gibi.
Kendimi dışarı atmış biraz yürüyüp kafa dağıtmayı planlıyordum.

Acelem yoktu. Ne yetişeceğim bir yer vardı ne de bir bekleyen. Yürüyen merdivenleri hızlıca inen insanlar geçip gidiyordu yanımdan. Merdivenleri inmem ile metronun gelmesi bir oldu. Aslında o kadar hızlı olmamasına rağmen yanımdan geçerken açık bıraktığım saçlarımı bir birine dolaştırdı. Bir an toplamam lazım diye geçirdim aklımdan. Zaten şu sıralar herkes toplu saçın bana yakıştığını söyleyip duruyordu.

Metroya adımımı atmamla boğulacakmış hissine kapıldım. Gelecek durak Osmanbey idi. Metronun sıcaklığına bir durak daha sabredemedim ve indim. Ne olsa 3 dakika sonra bir başkası gelecek. Telefon çekiyor gibi gözüküyordu ama bir türlü mesajlarım iletilmiyor. Gelen metro bir öncekine göre daha kalabalık. ‘Binmesem mi?’ diye geçirdim aklımdan. Bir sonrakinin ne kadar boş olacağına emin olamadım, bindim.
Taksim durağına gelmeden kapıdan iyice uzaklaştım. Herkesin bir anda çıkmak isteyeceğini bildiğimden yığılma ve kalabalık olacaktı. Kapı açılır açılmaz insanlar çıktı, ardından ben. Yaz boyunca çıkarken tıkanmadığım halde şimdi nefes nefese kalmıştım şu merdivenlerde. Sigara da içmiyorum halbuki. Yaşlanıyorum sanırım. Beden olarak olmasa da ruhumun yaşı ile oynayan bir el var.

Merdivenlerden kahkaha atarak çıkan çifte dönüp ‘iyi bok yiyorsunuz!’ demek geçiyor içimden. Çantamın içine attığım bi sakız vardı, bulup onu attım ağzıma. Yürüyen merdivenlerin bitiminde ki küçük büfeye uğruyorum, maksat soluklanmak. Gözüme uykusuz dergisi takılıyor. Arka sayfasını açıp hızlıca otisabi’yi okuyup yerine koyuyorum. Ne de olsa daha yürümem gereken çok yol var.

Kabanımın açılan düğmesini bağlayıp, çantamı düzeltip insanların fark edemediği yarışa koyuluyorum.
Açık havaya çıktığım zaman beni karşılayan gri bulutlar; şarkının çalması için yeniden start veriyor. Taksimin bir ucundan diğer ucuna yürümeye başlıyorum.
Merhaba gün.

Okunması ve alınması gereken listeler.

Okunması Gerekenler;
  1. Kumral Ada Mavi Tuna - Buket Uzuner
  2. Şeytanın Fısıldadıkları - Emre Yılmaz
  3. Serenad -  Zülfü Livaneli
  4. Küçük Mucizeler Dükkanı - Debbie Macomber
  5. Bir Yumak Mutluluk - Debbie Macomber
  6. Elif - Paulo Coelho
  7. Zahir -  Paulo Coelho
  8. Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini
  9. Bin Muhteşem Güneş - Khaled Hosseini
  10. Baba ve Piç - Elif şafak
  11. Kürk Montlu Madonna - Sabahattin Ali
  12. Az -  Hakan Günday
  13. Beyoğlu Rapsodisi - Ahmet Ümit
  14. Aşk Köpekliktir - Ahmet Ümit
  15. İstanbul Hatırası - Ahmet Ümit
  16. Şahane Hatalar -  Heather Mcelhatton
  17. Bir Gün - David Nicholls
  18. Ejderha Dövmeli Kız - Stieg Larsson
  19. Sil Baştan - Ken Grimwood
  20. Küçük Prens
  21. Sol Ayağım - Christy Brown
  22. Boleyn Kızı - Philippa Gregory
  23. Piraye - Canan Tan
  24. Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali
  25. Veronika Ölmek İstiyor - Paulo Coelho 
  26. Üstü Kalsın - Cemal Süreya 
Alıncaklar Listesi ;
  1. Portobello Cadısı - Paulo Coelho
  2. Tutunamayanlar - Oğuz Atay 
  3. Ateşle Oynayan Kız -  Stieg Larsson
  4. Arı kovanına Çomak Sokan Kız -  Stieg Larsson
  5. Ateşböceği Yolu - Kristin Hannah
  6. Gerçek Renkler  - Kristin Hannah
  7. Gizli Anların Yolcusu - Ayşe Kulin
  8. Uyuyana Kadar - S J Watson
  9. Nabız - Jeremy Robinson
  10. Kinyas ve Kayra - Hakan Günday
  11. Şeker Portakalı - Jose Mauro De Vasconcelos

4 Şubat 2012 Cumartesi

Sabah uyanır uyanmaz ilk mutfağa yöneliyorum. Çaydanlıkta dünden kalma çayı çöpe boşaltıp yenisini hazırlıyorum. Çay olana kadar akşam salonda bıraktığımız dağınıklığı, sana ses yapmadan toplamaya başlıyorum. Yine televizyon karşısında yediğin kuruyemiş kabuklarını yere dökmüşsündür çünkü, biliyorum. Sanırım tüm gün arkanda dolaşsam yinede kıçını toplamaya yetişemem.


Bazen şu pasaklılığın hiç bitmeyecek gibi geliyor. Çorapların salonun ortasında bırakman her seferinde beni deliyor. Kitaplıktan aldığın kitapları çalışma odandan hatta tuvaletten topladığımı bilse insanlar garip gözle bakacakları kesin. Hele şu aylık gelen dergilerin. Bazen hepsini toplayıp atmayı bile planladığım oluyor her biri bi yerde. Her derginin ya da kitabın yanında taşıdığın kalemleri de unutmuyorum. Her seferinde mutlaka birini kaybetmek zorunda mısın? Bazen kendimi, eve kalem almakla yükümlü gibi hissediyorum.


Birkaç günlüğüne evden uzak kalsam; tüm eşyalar kapıdan çıkmaya hazır bekliyor duruma geliyor. Her su içişinde farklı bardak kullanmanı anlamıyorum zaten. Ah birde daha az kızmam için her birinin özenle tezgaha dizdiğini unutmamak lazım.
… 



Yaşadığım anıları çok çabuk hatırlamıştım, dikili kaldığım mutfak kapısında. Uzun zaman olmuştu bu evin kapısını açmayalı. Anahtarı çantamdan çıkartırken hala aynı mıdır acaba diye düşünürken, bu kadar aynı olacağını düşünmemiştim.

Sık sık bir şeyler için söylenirdim belki ama seni çalışırken izlemek hoşuma giderdi. Seninle aynı masaya oturmak, birlikte yemek yemek. Uyuya kaldığın zamanlarda üstünü örtüp seni izlemeyi özlüyorum. Çok nadirde olsa elinde çiçeklerle kapıya gelişini.

Yaşadıklarımın güzelliği için teşekkür edememiş olmanın burukluğu oluşuyor bazen. Sonra geçiyor. Sonra tekrar geliyor ama yine geçiyor.
Kısır bir döngünün kırılmayı bekleyen zayıf zinciri gibiyim. Kimi zaman ‘zamana’ yeni düşmekten korkuyorum.

3 Şubat 2012 Cuma

Aynı evde yaşıyorlardı fakat; bir kör, bir dilsizden farkları yoktu. Göz göze gelmeseler, yanlışlıkla kapıların önünde karşılaşmamış olsalar; konuşacakları hatta yaşadıklarından dahi haberdar olacakları yoktu. Bu durumları bile bazen canlarını sıkar, zor gelir olurdu kendilerine. Ne var ki yetiştikleri aile, yaşadıkları çevre ve çocuklarının oluşu onları aynı çatı altında tutmaya en büyük sebep idi.

Eskiden birlikte yemek yer, sohbet eder, aynı odada yatarlardı. Bu durum pek de eski sayılmazdı ama; Büyük çocuklarını evlendirip, diğerini yurt dışına okumak için yolladıktan sonra yataklarını da ayırmışlardı. Zaten sırf çocuklarının gözü önünde kötü olmak istemedikleri için birbirlerine katlanıyorlardı.
Aslında kadın eşine iyi dayanmıştı. Belkide sırf ‘çocukları, çevresi’ için değil, ‘aldatılmayı’ kadınlık gururuna yediremediği için hala o evde duruyordu. Belki de…

Kırgın, üzgün, en önemlisi de kızgındı ona. Çünkü seviyordu hala. Sevmiş ve hep sevmeyi planlamıştı. Pek planladığı, hayalini kurduğu yılları olmamıştı ama.

Kızartma yaptığı tavayı kafasına geçirmek, soğan doğradığı  bıçağı alıp filmlerde gördüğü gibi eline saplamak istiyordu. Neyse ki sonra sakinleşiyordu. Siniri geçiyor, acıma duygusu ortaya çıkıyor, yumuşuyor fakat yaşadığı kötü zamanları unutamıyordu. Kocası o kadını bırakmış olabilir, defalarca özür dilemiş ya da affetmesi için hastalığını dahi kullanmış olabilir ama, nafile. Unutmaya yetecek bir şeyler de bulamıyordu kafasında. İnat bir kadını ne bu kadar güçlü ne de anlaşılmaz kılmamıştır daha önce.

Ama o; her şeye rağmen bir kadındı. Bir kalbi, içine sığdırdığı kocaman bir sevgi ve severek geçirdiği yılları vardı. Sevmeyerek bile sevecek kadar çok seviyordu. Belki her şeyi bahane edip kendisi istiyordu aynı çatı altında kalmayı. Bir gün yeniden sevmek için kalbinin kapılarını açacağına inanıyor ve bekliyordu.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Hayat kısayken
Çıkıp gelsen
Ya da
Çıkıp gelsem
Hani olsam orada
Uzansam yanına
Kollarınla sarsan
Sıkıca bedenimi
Öpsem
Öpsen
Öpsem
Çenenden, dudaklarına
Öperek yol yapsam
Şımarmış olsan
Şımartsam
Gülümsesen
Gülümsesek
Sonra yine buseler bıraksam dudaklarına
Merhaba Barış Abi!
Adam olacak çocuk büyüdü bak. Şimdi senin şarkılarını yaşatmaya seni en güzel anılarıyla anmaya çalışıyor.

Gelen nesilin senden pek haberi yok bu yüzden onlara çok üzülüyorum. Ne senin grili-siyahlı uzun saçlarını biliyorlar ne de çeşit çeşit taktığın yüzükleri. Gülümseyişini ise hiç görmediler. Doğrusu ben seni iki defa canlı gördüm. 5 yaşındaydım ya da 6 tam hatırlamıyorum ama babaannem ve dedem ile konserine gelmiştik. Tabi küçük çocuk olduğumdan yarısında uyuya kalmıştım. Uyandığım zaman seni son kez göremedim diye çok üzülmüştüm.
En çok ; http://fizy.com/#s/1agn9o bu şarkını seviyordum. Hala ilk sıradadır ama son birkaç yıldır yazdığın sözler kalbimin derinliklerinde yerini buluyor. O kadar güzel sözler yazmışsın ki içinden çıkıp 'bak bu benim! işte benim!' demek geliyor. Nasıl bu kadar duyguyu hissetsen sen. Hadi bunları hissettin peki nasıl kaldırdı o narin kalbin. Çok üzmediler dimi seni aşk konusunda? Bence üzmemişlerdir çünkü; çok güzel bir eşin ve çocukların var. Ama haklısın her şey dışarıdan göründüğü gibi güzel olmaya biliyor. 'Dışı seni içi beni yakar' misali dimi.
"Baba Bizi Eversene" filmini tekrar tekrar izleyebilirim. Ne de güzel şarkı söylüyordun ağlayan bebeği uyutmak için. Sesini arada unutuyorum ama hemen bir şarkını dinliyorum. O; yumuşak, tok, insanın içini ısıtan sesin sana güzel bir hediye ve sen bu hediyeyi iyi ki bizler ile paylaşmışsın.
"Ispanak , Pırasa" vb. sebzeleri sen söylersin diye yerdim. Tabi 'Temel Reis' de unutulmamalı.
Sunduğun programı kaçırmadan izlemişimdir. Sanırım birkaç defa kaçırmış olabilirim. Erken saatteydi ama uyuya kalıyordum bazen :( Kalkar kalmaz ilk televizyonu açar, sonra mutfağa koşar tezgaha tırmanır bardak alır süt doldurur ve seni izlemeye koyulurdum. Her soruna atlar hemen cevap verir, tüm şarkılarına eşlik ederdim. Telefon ile bağlanmaya programa katılmak için çevirmediğim numara kalmamıştır. Ama hiç ulaşamadım :/ Hani programın bir bölümünde şarkı söyletiyordun ya işte ben ondan çok korkuyordum. Çünkü sesim çok kötüydü ve sözleri hep heyecandan unutuyordum. Keşke katılsaymışım ve ben de orada yanında olsaymışım.
Şimdilerde özleniyorsun. Şimdi ki zamanda, geniş ve gelecek zamanda da özleneceksin. Çünkü sen özlenmeye değer birisin.
Şarkılarına aşk ile, aşklarıma şarkıların ile ; sahip çıkıyorum.

"Unutma ki dünya fani, veren Allah bir gün alır canı.." Dediğin gibi de oldu. 1 Şubat 1999 yılında sana verilen ruhun kendini teslim etmesi gerekti. Aradan geçen 19 yıl ile adam olacak çocuk da büyüdü.