Köşe Yazıları

5 Şubat 2012 Pazar

Nasıl dolandı ise dilime, saatlerdir gitmeyen bir şarkı var.


Biraz garip başlamıştım güne. Hani ne mutluluğu yaşarsınız ne de dibe kadar batarsınız ya işte öyleydim. Farklı duygular, dolamışlar ellerini kollarıma bir o yana bir bu yana çekiştirmekten başka bir şey yapmıyorlardı.
Bir durum olduğu ortadaydı ama olan durumun kendisi ortada yoktu. Hiç bilmediğin bir yerde haritasız kalmak gibi. Ya da kendinizi uçurumun kenarından bıraktığınız zaman bir anlık paraşütünüzün tutukluk yapması gibi.
Kendimi dışarı atmış biraz yürüyüp kafa dağıtmayı planlıyordum.

Acelem yoktu. Ne yetişeceğim bir yer vardı ne de bir bekleyen. Yürüyen merdivenleri hızlıca inen insanlar geçip gidiyordu yanımdan. Merdivenleri inmem ile metronun gelmesi bir oldu. Aslında o kadar hızlı olmamasına rağmen yanımdan geçerken açık bıraktığım saçlarımı bir birine dolaştırdı. Bir an toplamam lazım diye geçirdim aklımdan. Zaten şu sıralar herkes toplu saçın bana yakıştığını söyleyip duruyordu.

Metroya adımımı atmamla boğulacakmış hissine kapıldım. Gelecek durak Osmanbey idi. Metronun sıcaklığına bir durak daha sabredemedim ve indim. Ne olsa 3 dakika sonra bir başkası gelecek. Telefon çekiyor gibi gözüküyordu ama bir türlü mesajlarım iletilmiyor. Gelen metro bir öncekine göre daha kalabalık. ‘Binmesem mi?’ diye geçirdim aklımdan. Bir sonrakinin ne kadar boş olacağına emin olamadım, bindim.
Taksim durağına gelmeden kapıdan iyice uzaklaştım. Herkesin bir anda çıkmak isteyeceğini bildiğimden yığılma ve kalabalık olacaktı. Kapı açılır açılmaz insanlar çıktı, ardından ben. Yaz boyunca çıkarken tıkanmadığım halde şimdi nefes nefese kalmıştım şu merdivenlerde. Sigara da içmiyorum halbuki. Yaşlanıyorum sanırım. Beden olarak olmasa da ruhumun yaşı ile oynayan bir el var.

Merdivenlerden kahkaha atarak çıkan çifte dönüp ‘iyi bok yiyorsunuz!’ demek geçiyor içimden. Çantamın içine attığım bi sakız vardı, bulup onu attım ağzıma. Yürüyen merdivenlerin bitiminde ki küçük büfeye uğruyorum, maksat soluklanmak. Gözüme uykusuz dergisi takılıyor. Arka sayfasını açıp hızlıca otisabi’yi okuyup yerine koyuyorum. Ne de olsa daha yürümem gereken çok yol var.

Kabanımın açılan düğmesini bağlayıp, çantamı düzeltip insanların fark edemediği yarışa koyuluyorum.
Açık havaya çıktığım zaman beni karşılayan gri bulutlar; şarkının çalması için yeniden start veriyor. Taksimin bir ucundan diğer ucuna yürümeye başlıyorum.
Merhaba gün.

Hiç yorum yok: