Köşe Yazıları

4 Şubat 2012 Cumartesi

Sabah uyanır uyanmaz ilk mutfağa yöneliyorum. Çaydanlıkta dünden kalma çayı çöpe boşaltıp yenisini hazırlıyorum. Çay olana kadar akşam salonda bıraktığımız dağınıklığı, sana ses yapmadan toplamaya başlıyorum. Yine televizyon karşısında yediğin kuruyemiş kabuklarını yere dökmüşsündür çünkü, biliyorum. Sanırım tüm gün arkanda dolaşsam yinede kıçını toplamaya yetişemem.


Bazen şu pasaklılığın hiç bitmeyecek gibi geliyor. Çorapların salonun ortasında bırakman her seferinde beni deliyor. Kitaplıktan aldığın kitapları çalışma odandan hatta tuvaletten topladığımı bilse insanlar garip gözle bakacakları kesin. Hele şu aylık gelen dergilerin. Bazen hepsini toplayıp atmayı bile planladığım oluyor her biri bi yerde. Her derginin ya da kitabın yanında taşıdığın kalemleri de unutmuyorum. Her seferinde mutlaka birini kaybetmek zorunda mısın? Bazen kendimi, eve kalem almakla yükümlü gibi hissediyorum.


Birkaç günlüğüne evden uzak kalsam; tüm eşyalar kapıdan çıkmaya hazır bekliyor duruma geliyor. Her su içişinde farklı bardak kullanmanı anlamıyorum zaten. Ah birde daha az kızmam için her birinin özenle tezgaha dizdiğini unutmamak lazım.
… 



Yaşadığım anıları çok çabuk hatırlamıştım, dikili kaldığım mutfak kapısında. Uzun zaman olmuştu bu evin kapısını açmayalı. Anahtarı çantamdan çıkartırken hala aynı mıdır acaba diye düşünürken, bu kadar aynı olacağını düşünmemiştim.

Sık sık bir şeyler için söylenirdim belki ama seni çalışırken izlemek hoşuma giderdi. Seninle aynı masaya oturmak, birlikte yemek yemek. Uyuya kaldığın zamanlarda üstünü örtüp seni izlemeyi özlüyorum. Çok nadirde olsa elinde çiçeklerle kapıya gelişini.

Yaşadıklarımın güzelliği için teşekkür edememiş olmanın burukluğu oluşuyor bazen. Sonra geçiyor. Sonra tekrar geliyor ama yine geçiyor.
Kısır bir döngünün kırılmayı bekleyen zayıf zinciri gibiyim. Kimi zaman ‘zamana’ yeni düşmekten korkuyorum.

Hiç yorum yok: