Köşe Yazıları

3 Şubat 2012 Cuma

Aynı evde yaşıyorlardı fakat; bir kör, bir dilsizden farkları yoktu. Göz göze gelmeseler, yanlışlıkla kapıların önünde karşılaşmamış olsalar; konuşacakları hatta yaşadıklarından dahi haberdar olacakları yoktu. Bu durumları bile bazen canlarını sıkar, zor gelir olurdu kendilerine. Ne var ki yetiştikleri aile, yaşadıkları çevre ve çocuklarının oluşu onları aynı çatı altında tutmaya en büyük sebep idi.

Eskiden birlikte yemek yer, sohbet eder, aynı odada yatarlardı. Bu durum pek de eski sayılmazdı ama; Büyük çocuklarını evlendirip, diğerini yurt dışına okumak için yolladıktan sonra yataklarını da ayırmışlardı. Zaten sırf çocuklarının gözü önünde kötü olmak istemedikleri için birbirlerine katlanıyorlardı.
Aslında kadın eşine iyi dayanmıştı. Belkide sırf ‘çocukları, çevresi’ için değil, ‘aldatılmayı’ kadınlık gururuna yediremediği için hala o evde duruyordu. Belki de…

Kırgın, üzgün, en önemlisi de kızgındı ona. Çünkü seviyordu hala. Sevmiş ve hep sevmeyi planlamıştı. Pek planladığı, hayalini kurduğu yılları olmamıştı ama.

Kızartma yaptığı tavayı kafasına geçirmek, soğan doğradığı  bıçağı alıp filmlerde gördüğü gibi eline saplamak istiyordu. Neyse ki sonra sakinleşiyordu. Siniri geçiyor, acıma duygusu ortaya çıkıyor, yumuşuyor fakat yaşadığı kötü zamanları unutamıyordu. Kocası o kadını bırakmış olabilir, defalarca özür dilemiş ya da affetmesi için hastalığını dahi kullanmış olabilir ama, nafile. Unutmaya yetecek bir şeyler de bulamıyordu kafasında. İnat bir kadını ne bu kadar güçlü ne de anlaşılmaz kılmamıştır daha önce.

Ama o; her şeye rağmen bir kadındı. Bir kalbi, içine sığdırdığı kocaman bir sevgi ve severek geçirdiği yılları vardı. Sevmeyerek bile sevecek kadar çok seviyordu. Belki her şeyi bahane edip kendisi istiyordu aynı çatı altında kalmayı. Bir gün yeniden sevmek için kalbinin kapılarını açacağına inanıyor ve bekliyordu.

Hiç yorum yok: