Köşe Yazıları

10 Nisan 2012 Salı


Sabahın erken saatlerinde, güneşliği açık unuttuğum pencereden içeri sızan güneş demetleri ile uyandım.
Ev sessizdi. Daha kimse uyanmamıştı. Belki en derin uykularında en tatlı rüyalarını görüyorlardı.
Akşam kitaplığıma bıraktığım su şişesini tek dikişte içtim. İçimdeki alevi biraz olsun durdurmuştu.
Tüm gece boğuştuğum yorgan pes etmiş vaziyette yatağın ucundan intihar etmişti. Bedenim yorgunluktan kendini yatağa atmıştı yine. Yatağımın tam karşısında duran uykusuz posterine takılmıştı gözüm. Tüm detayları tek tek incelemiştim. Sıkıldım. Sıkılmıştım. Tek kelime ile ruh halimi bu kadar açık anlatabilirdim.
Çalışma masasının üstünde ki, defterimden yırtıp yırtıp bıraktığım kağıtları aldım. Bir şeyler karalamaya çalıştım. Doğrusu kendimi zorladım. Rahatlamak yerine daha çok gerilmiştim. Bıraktım tüm her şeyi bir kenara sırt üstü yatağa uzandım.

Biraz geçmişe biraz geleceğe yönelik düşünceler ile kafamı oyalıyordum. Keşke bir uçak bileti alacak kadar param olsaydı cebimde. Küba’ya gitmek isterdim. Kimsenin konuştuğum dili bilmediği, kat kat giyinmeden rahat hareket edebileceğim kıyafetleri giydiğim bir yer. Güneş gözlüklerimi takıp kulağımda müzik ile saatlerce dolaşabileceğim bir sahil. Hayalinin bile içimi ısıtıp, bir enerji verdiği yer. Sigara kullanmasam da oradaki sigaraları denemeden duramazdım sanırım.


Dalıp gittiğim derin sulara alışmadan dönmüştüm gerçek hayata. Hala yatağımda sırt üstü yatmış vaziyette tavana bakıyordum. Hayaller güzeldir. Ama adı üstünde hayal işte.
Tüm gün peşimi bırakmayacak bir can sıkıntısı ile güne başlamıştım bile. Artık kalkıp hayatımın içinden kopmayan rutin şeyleri yapmaya başlamalıydım.

Hiç yorum yok: