Köşe Yazıları

9 Şubat 2013 Cumartesi

Özlemek, mesafeler yüzünden yahut bir iki gün görmediğin için oluşan bir duygu değildir..



Özellikle seçmiştim cam kenarını dolmuşta. Çalacak şarkıyı ayarladıktan sonra taktım kulakları..
Dolmuş şoförünün acelesi varmış gibi duruyordu, bir şeritten diğerine hızlı geçişler yaparken. Benimse bir o kadar acelem yoktu. Zaman yavaş akabilir, yol saatlerce sürebilir ve ulaşacağım yere geç kalabilirdim. Ne kadar çok onunla ilgili düşlere dalsam o kadar iyi olacaktı benim için.

Her zamanki gibi solumdan geçen arabalara, arkamda kalan binalara bakıyor ve zamanında benim yaşamımda olan fakat farklılaşan parçaları arıyordum. Yoksa kaybetmiş miydim gerçekten onları!

Yokuş aşağı inerken camdan gelen rüzgar yüzümü iğneler gibi vuruyordu suratıma. Burun deliklerimden giren hava nefes alışımı zorlaştırırken bir yandan kavurucu güneşi ise hissetmiyordum bile. Unutmuştum. Aynı bazı saniyeleri ve o saniyeler içinde gizlediğim anıları unuttuğum gibi.
Arada bilerek olsa da bazen istemediğim şeyleri de unutabiliyordum.

Hava limanına giden bir taksi içerisinde, hüznünü gözlüklerinin arkasına saklamaya çalışan bir kadın. Ve zorunlu bir gidiş mi pek bilinmez ama, bir daha geri gelmeyecekmiş hissine kapıldığından derin ve uzun soluk alışları vardı. Yol üstündeki sigorta acentesinin üst katındaki camdan bakan, erkenden beyazlamış sakallara sahip orta yaşlı bir adam.

Birkaç saniye içinde gördüğüm insanların hayatlarına, saniyeler içinde girip sonra saniyeler içinde çıkabiliyorken; Uzun soluklar alabileceğim kişilere nedense adapte olamıyordum. Sanırım bu asansöre binemeyen ya da kapalı bir yerde duramayan kişilerin sahip olduğu: klostrofobi gibi bir hastalıktı.

Ama tek farkla. Sen olsan en uzun solukları alır en uzun soluksuz kalışlarda yaşayabilirdim.
Sadece sen olsan..

  

Hiç yorum yok: